Ve Eyvah!
Ve Eyvah!
Dünyayı ve hayatı herkes kendine göre yorumlar. Çoğumuzu ilgilendiren bu yorumlar, yapanların fark edemeyecekleri kadar ufak kimi etkilerdir. Bizi, yaşamımız süresince alıp götüren o duyarlılığını yitirmiş, o donuk ve sessiz takatlerimiz çok defa kendilerine ters kimselerin saldırısına uğrar ve başkalarının akıllarıyla dolarak kendimize husumet bir davranışa feda oluruz.
Zira onlar dünyanın kendi zihinlerine göre kurulup doğrulacağını umarlar. Gözlerinin gördükleri ancak kendilerine göre görünen şeylerdir. Hâlbuki dünyada herkesin keşfettiği gerçek kendi bakışlarının olduğu kadar özeldir. Nitekim her yaşın, her dönemin gözleri bilinenden ayrı görür ve hepimiz kendi dünyamızı bunun gibi farklılaşan gözlerle inceleyerek bakarken onu gönlümüzde bulduğumuz güzelliklerle süsleriz. Öyle ki, bize görünen böyle kendimize göre süslenmiş, üstün bir anlam yüklediğimiz dünyadır. Kiminin neşeli tebessümünü gizleyen üzüntülü ve kiminin de duru bakışlarını perdeleyen hüzünlü gözlerle hayatın, bizimle kendisi arasındaki mesafeyi arttırdığını görürüz. Bazen de her yeni gün hayat hakkında bize, temcit pilavı gibi ısıtılmış eski bilgileri sanki yeni bir şeymiş gibi günün haberlerine karıştırarak sunmakta ve her yeni gün diğer bir yeni gün de tekrar ederek, usulün tatbiki lüzumu bize kendi kendini göstermektedir.
Bir de yaşamda sevgi ile andığımız adeta derin zaman içinden gelen kimseler vardır. Onlar, bizim gözlerimizin bir çırpıda göreceği çirkinlikleri hiç fark edemezler. Çünkü dünyaları, bakışları gibi güzel ve durudur. Zira onlar, daha muhakemeli, izanlı, bilinçli, insaflı, görgülü, kısaca daha iyi insandır. Doğrusu hayatta olan biten şeyler için hiçbir zaman bıkmak, usanmak bilmez bilakis daima içlerinden güvendikleri yaşama tebessüm ederek büyük bir olgunlukla karşılamasını bilirler. Yaşadıkları günlerin lezzetinde gönüllerini derinleştiren ve ruhlarını bayıltan talihin yakıcı tadını, hayat onlara değil, onlar hayata hissettirirler. İşte bu nedenle gözleri ve ruhları alabildiğine çeken özel bir çiçektirler.
Hayatın kutsallığı, her dokunduğu şeyi dikkate değer kılan ve her geçen zamanı tatlılaştıran bir başkalık gibidir. Öyle ki, gelen her gece bizlere, yeni umutlarını gösterirken, gelen her gün ise, yeni masallarını anlatır. Elbette yaşamın saatlerini dokuyan bütün bu mukaddes vakitlerde daha nice hayallerin de payı vardır. Bu sonsuzluk alanının sınırları içinde, kadere boyun eğmiş, durgun insanların vakarı, efendiliği sanki beşeri bir mutluluk gibi parıldamaktadır. Onlara baktıkça bizi gönlümüzden benliğimize kadar saran bir inceliğe erer, sevdiklerimizin bakışlarına benzeterek ne mutlu bir hayat tadından konuştuklarını, duygularımızı ısıtan bir maneviyat âlemi içinden ruhumuza dokunduklarını hissederiz. Ancak onlar gibi muhteşem bir ömür süremeyeceğimizi ve onlar kadar sürekli kalamayacağımızı idrakle bütün ömrümüzü her türlü sınırlamadan serbest olunmuş bu saatlerin sarih durgunluğu ile geçirir, hep hüzünleniriz. Ve eyvah! Ne boş gürültünün kurbanı olarak ne kadar yorgun, ne kadar yıpranmış olduğumuzu fark ederiz. Gönlümüzü sızlatan bu acılar hayatın bize kayıtsız kaldığını kendisinden vefa bile beklemeden ona feda edilmeye az gelen ömrün bu kurban oluş hazzını, geçen gençliğimizi, buna rağmen geçmeyen isteklerimizi gördükçe içimizi tarif edemeyeceğimiz bir his yoğunluğu sarmakta ve gözlerden dökülen yaşlar gibi ruhlarımızdan süzülen bu duygular bize hep pişmanlığımızı söylemektedir.