Dehanın En Büyük Ölçüsü Yaratıcılıktır
Bir Bethoven bir Şekspir, bir Leonardo da Vinci, bir Edison, bir Markoni ile alelade bir insan arasında ne fark vardır? Bir insanı milyonlarca diğer insanın çok yukarılarına yükselten o esrarengiz kuvvet nedir? Dahiler karşısında insanlar bu soruyu yüzyıllardır sormuşlardır. Bu sorunun sorulmasının sebeplerinden en başta geleni yüksek kabiliyetler gösteren bazı kimselerin de bazı insanlar tarafından dahi sayılmalarıdır. Yüksek kabiliyeti olan bu gibi insanlar hakikaten dahi midirler? Yoksa aptal âlim, gurubuna dâhil kimseler midir?
Meselâ hiçbir tahsili olmayan Zera Kobörn isimli Amerikalı bir çiftçi, eline kâğıt kalem almadan büyük hesaplar yapabiliyordu. Amerikalı bilginler tarafından davet edilerek çeşitli sorulan sorular çocuk 8 rakamının tam 16 defa kendi kendisi ile çarpılması sonunda elde edilecek rakamı zihninden bulmuştur.
Bütün bu üstün başarılarına rağmen bu çocuklar dahi sayılabilir mi? Maalesef hayır. Zira dehanın en büyük ölçüsü yaratıcılıktır. Mevcut bilgilerin tekrarı değil!
İkinci bir guruba da harika çocuklar girmektedir. Bu harika çocukların bazıları zamanla hakiki mânada dahi olmaktadırlar. Meselâ 6 yaşında iken Yunan klasiklerini aslından okuyan Stuart Mill dünya çapında bir iktisatçı ve filozof olmuştur. 4 yaşında piyano çalan, 5 yaşında da eserler besteleyen Mozart dünyanın en büyük müzisyenleri arasında yer almıştır. Bu gibi misaller ne kadar çoğaltılırsa çoğaltılsın, bundan yine de harika çocukların dahi oldukları mânası çıkartılamaz.
İşin asıl ilginç tarafı, bir dâhinin çocukken de ya da hiç olmazsa harika çocuk olmasına lüzum olmadığı hususudur. Zira harika çocuklar yaratıcı insanlar değil, teknik insanlardır. Meselâ satranç oyununda harika çocuklar olabilir. Fakat başarılı bir piyes yazma işinde harika çocuk olamaz. Bu çocuklar taklitle birçok üstün işleri başarabilirler. Fakat büyük fikirler, yaratıcı fikirler ortaya atmak için gerekli hayat tecrübesine sahip değildirler.
Bu noktada şöyle bir soru sorulabilir. Sadece kabiliyet ve harika çocuk meziyetleri bir insanın dahi olması için kâfi değilse deha nedir? Bu noktanın aydınlatılması için iki tip dahi üzerinde biraz duralım:
Dâhilerden birisinin ismini hemen pek az kimse bilir. Hindistan’ın Madras şehrinde fakir bir ailenin oğlu olarak dünyaya gelmiş olan bu dâhinin adı Sirinivasa Ramanujan idi. Tahsiline devam edemeyen Ramanujana bir arkadaşı bir gün bir matematik kitabı verdi. Kitapta 1860 yılına kadar olan keşifler anlatılıyordu. Ramanujan kitabı okuduktan sonra mevcut bilgilere yenilerini eklemeye başladı. Ve Kembriç Üniversitesinin büyük matematikçileri Ramanujan’ın önünde hürmetle eğildiler. Çünkü o buluşları ile matematikte yeni ufuklar açıyordu.
Şimdi bu dâhinin yanında ikinci bir dâhiden daha bahsedelim. Bu ikinci dahi Leonardo da Vinci’dir. 16. yüzyılda yaşayan ve son derece yakışıklı olan Leonardo da Vinci bir şehircilik uzmanı, tanınmış bir mimardı. Uçak denilen şey icat edilmeden paraşütü icat etmiş, hatta insanların nasıl uçabilecekleri hakkındaki ilk fikirleri ortaya atmıştı. Bugün kullandığımız şekildeki bacalarla kendi kendine kapanan kapıları o icat etmiştir. Keza Nevton’dan tam 200 yıl evvel olmak üzere düşen cisimlerin hareket kanunları hakkında eser yazmıştır. Bundan başka mukayeseli anatomi ilminin prensiplerini koymuş, bu arada dünyaca meşhur tablolar da yapmıştır. Bu tip dâhilere misal olarak Edison, Markoni, Fleming, Pastör’de gösterilebilir.
Bu saydığımız dâhilerin yaptıklarına bakılırsa onların ‘’ Harika Çocuk ‘’ lardan ya da küçük yaşta büyük kabiliyetler gösterenlerden nasıl ayrıldıklarını kolaylıkla anlayabiliriz.
Bazıları da dehayı ırsiyete bağlamaktadırlar. Bu olgu zeki ailelerin çocuklarının da zeki oldukları sık görülen hallerdendir. Meselâ Mozart’ın ve Endelson’un aileleri müzik ile meşgul olmakta idi. Bach’ın ailesi âdeta tek başına bir orkestra teşkil ediyordu. Fakat bunun yanında birçok dâhilerin son derece fakir ve cahil insanların çocukları olduklarını da görüyoruz. Şekspir’in büyük Fransız romancısı Standal’ın aileleri kendi memleketlerinde bile dikkat çekmemiş olan fakir köylülerdi.
Büyük İngiliz şairi Şeli’ye bir gün arkadaşlarından biri bir mektupta şöyle bir soru sormuş: ‘’ Üstat nasıl oluyor da bir babanın dâhiliği çocuklarına geçmiyor? ‘’ Şairin cevabı şu olmuş:
‘’ Allah’tan ki geçmiyor dostum, zira dahi olmayan kimselerin çocukları hiçbir zaman dahi olamazlardı. ‘’
Bazıları da dehayı hafif bir delilikle izah etmektedirler. Hatta bu görüşün bir ifadesi olmak üzere filmlerde âlimler ve dahiler hep yarı deli şekilde gösterilmektedirler.
Dahiler hakikaten deli midirler? Melville, Van Gogh, Dostoyevski ve Nietzsche gibi dehalara baktığımız takdirde bu söze biraz hak vermek gerekmektedir.
Bunların karşısında meselâ Sokrat gibi, tam mânasıyla muvazeneli (dengeli) bir hayat sürenlerin toplamı ise büyüktür.
Bütün bu tartışmaları yaptıktan sonra, dehanın iki büyük özelliği üzerinde durduğumuz takdirde mesele oldukça aydınlığa kavuşacaktır.
Bu iki büyük özellikten birisi meselelere kendini iyice vermek, diğeri derin görüş sahibi olmak özelliğidir. Şimdi sırasıyla örnekler vermek suretiyle bunları biraz açalım.
Meselelere kendini vermek:
Bunun en güzel misali Arşimettir. Tarihlerin yazdığına göre Arşimet sahilde kumlar üzerinde bir geometri meselesini çözmeye çalışırken o kadar dalmıştı ki, kumlar üzerine çizdiği daireyi bozan düşman askerlerinin farkında bile olmamış ve:
‘’ Dairemi bozmayın diye askerlere çıkışmıştı. ‘’
Edison’dan alınacak bir misal dehanın nasıl bir kendini verme, nasıl bir sabır ve nasıl bir emek olduğunu ortaya koyacaktır.
Edison elektrik ampulünü icat ederken ampulün içine konacak 3000 e yakın maddeyi denemiş, başarı gösterememiş. Bunun üzerine arkadaşları bu işten vazgeçmek gerektiğini, zira 3000 kadar maddenin denenmesiyle nitece alınmadığından bu işin imkânsız olduğunu söylemişler. Edison’un cevabı şu olmuş:
‘’ Beyler evet, 3000 maddeyi denedik hiçbir netice alamadık. Fakat bu denmelerden üçbin maddenin hiçbirisinin işimize yaramayacağı neticesini de almadık mı?’’
İşte deha sahibi insana yakışacak cevap. Nitekim Edison çalışmalarına devam etmiş ve son olarak da kömürü denemiştir. Ve ampulün içine konan kömür tel derhal kızararak ışık vermiş, elektrik ampulü de bu şekilde doğmuştur.
Dâhilerin ikinci büyük özelliği olarak derin görüş sahibi olduklarını belirtmiştik. Bu özellik bütün dâhilerde istisnasız görülen bir özelliktir. Penisilini icat eden Fleming, bir tabak içindeki küflerin civarında mikrop yaşamadığına dikkat ederek meşhur ilacını bulmuş ve tıp ilmine yeni ufuklar açmıştır. Hâlbuki Fleming’e gelinceye kadar milyonlarca kişi küfü görmüş ve önem vermeden geçip gitmişti. Hikâyeye göre, ağaçtan düşen bir elma, Nevton’a yer çekimi fikrini aşılamıştır. Herkesin, güneşin döndüğünü, dünyanın ise yerinde durduğunu iddia ettiği devirde Galile görünüşlere aldanmamış ve zannettiğimizin tersine olarak güneşin durduğu, dünyanın döndüğü tezini savunmuştur.
Galile’nin haklı olduğu bugün en kesin şekilde anlaşılmıştır. Keza bir gün Alp Dağlarında dolaşan Leonardo da Vinci bir midye fosiline rastlamış. Bu fosil ona paleontoloji denen ilmin esaslarını koyması hususunda yardım etmiştir. Bilindiği gibi paleontoloji ilmi yeryüzünde yaşayan canlıların nasıl meydana geldiklerini ve nasıl geliştiklerini araştıran bir bilimdir.
Dahiler bu anlamda biraz da çocuklara benzerler. Çocuklar bilindiği gibi her gördükleri şey üzerinde durarak bu şeyin nedenini araştırırlar, bu uğurda binlerce soru sormaktan yılmazlar. Oyuncak verilen bir çocuğun ilk yapacağı iş, bu oyuncağı kırarak, içine bakmak, onun nasıl işlediğini öğrenmektir. Hâlbuki büyüklerin yüzde doksan dokuzu, sadece bakmakla yetinirler.
Sonuç olarak dâhilerin bizden hiçbir farkları yoktur. Yeni bir fikrin peşinde koşarak kendisini o fikre kaptırabilen dış görünüşe aldanmayarak meselelerin, olayların içine nüfuz edebilen kısacası bu uğurda sabır, inat, sonsuz çalışma gösterebilen herkes dahi olabilir