Özel Yazılar

Türkiye'de İlk Matbaa ve Kitap

ilk_matbaaTürkiye’de İlk Matbaa ve Kitap

Kütüphaneye giren adam ağır ağır taş rafa doğru yürüdü. Üstleri oyma resimlerle bezenmiş tahta kapaklarından zincirle duvara tutturulmuş bir cildi dikkatle raftan aldı. Taş sıraya oturdu. Cildi dizlerine koydu. Tahta kapağı açtı. Gözleri ile bile örselemekten korkarcasına bir huşu içinde papirüs üzerine papirüs üzerine elle yazılmış metni okumaya başladı.

Evet, yüzyıllarca önce bir insan kütüphanelerde ancak böyle kitap okuyabiliyordu. İlgililer, çok nadir olan bu el yazması kitapların çalınmasından korkarak onları tahta kapaklar içinde ve zincirle kütüphane duvarlarına tutturmakla kalmıyorlar, bazen işi daha sıkı tutmak için meraklılara bu kitapları demir parmaklıklar içinde okutuyorlardı.

Milattan önce beşinci yüzyılda Yunanistan’da, sonra da Roma ve Doğu memleketlerinde kitapçılık başladı. Biri yazıyı okuyor, köleler de kitapları elle yazarak aynı nüshanın çoğaltılmasına çalışılıyordu. Yazma kitapların en eskisi olan ve Mısır mezarlarında bulunan cenaze törenlerine ait yazıların yazıldığı papirüs, M.Ö. dördüncü yüzyıla kadar yazı yazma aracı olarak kullanıldıktan sonra bu yüzyılda yerini parşömene bıraktı. En çok manastırlarda kullanılan, dört köşe ve yassı olan parşömen aynı zamanda çok da pahalı idi. Parşömen üzerine yazılmış bu kitaplardan yalnız rahipler ve zenginler faydalanabiliyordu.

Bu hal yüzyıllarca devam etti. 15. yüzyılın ortasında Avrupa’da yeni bir devir açıldı. Rahipler ve aristokratlar gibi halk da ilim ve fenden faydalanmak istiyordu. Bu olgu 1400 yılından sonra bugün kullandığımız kâğıt yapılmış, kâğıt ucuzlamıştı, ama bu yeterli değildi. El yazısı ile yazılmış eserlerin çoğaltılması gerekiyordu. Johannes Gutenberg Strasbourg’da yerleşti. Babası gibi kuyumculukla geçiniyordu. 1438’de basım işleri ile uğraşan bir şirkete ortak oldu. Batı dünyası için kullanılması kolay, masrafı az bir baskı makinesi yapmak için, çalışmaya başladı. Çinlilerin çok eskiden matbaa kurup tek tek harflerle yazı dizdiklerini bilmiyordu. 1444’te Mianz’e döndü. Bir basımevi kurdu. Kurşundan döktüğü harfleri bir araya getirerek presle basmaya başladı. 1446’da da Lâtince dil bilgisine ait olan ilk kitabını yayınladı.

Bu şekil kitap ve gazete basmayı kolaylaştırarak matbaacılığın dev adımları ile gelişmesine yol açtı. Matbaa makinesi için kâğıt yapan imalâthaneler çoğaldı. Arap harfleri ile kitap da 1514 yılında İtalya’nın Fanu kasabasında basıldı.

Türkiye’ye ilk matbaayı 1492 yılında Musevi vatandaşlar İstanbul’da üç, Selânik’te de bir matbaa kurarak II. Beyazıt zamanında, 19, I. Selim devrinde de 33 kitap bastılar. İbranice, Lâtince ve Yunanca olarak basılan bu kitaplardan çoğunun ilk sayfalarında ‘’ Sultan Beyazıt Sani Saltanatının Gölgesi Altında ‘’ , ‘’ Sultan Selim Evvel Saltanatının Gölgesi Altında ‘’ gibi İbranice yazılar vardı.

Musevilerin kurdukları bu matbaaları 1567 yılında Akpar adında Sivaslı bir Ermeni vatandaşın Kumkapıda, eski Sürp Niğoğos akaretlerinde kurduğu ilk Ermeni matbaası 1627 de de rahip Nikodamus Metaksas’ın kurduğu ilk Rum matbaası takip etti. Tassup ve Türkiye’de son derece ilerlemiş olan yazma ve süsleme sanatını korumak, bu sanatçıları kızdırmamak için, Müslümanların da matbaa kurmalarına müsaade edilmiyordu. Değil matbaa kurmak, Avrupa’da Arap harfleri ile basılan kitapların Türkiye’ye girmesi bile yasak edilmişti.

Yirmi sekiz Mehmet Çelebi 1719’da elçi olarak Paris’e gittiği zaman oğlu Said Efendiyi divan efendisi olarak yanında götürüştü. Said Efendi Paris’ten dönünce, matbaacılığı bilen, hatta ‘’ Vesiletüttabaa ‘’ adında matbaacılığa dair bir de eseri olan müteferrika mütercimlerinden İbrahim Müteferrikaydı.

Batıda tercüme edilerek basılan ilk kitap, 1859’da neşredilen Yusuf Kamil Paşa’nın Fenelon’dan çevirdiği ‘’ Telemaque ‘’ oldu. İlk telif roman da Ahmet Mithat Efendi’nin 1875 de yayınladığı ‘’ Hasan Mellâh yahut Sır İçinde Esrar ‘’ adlı eseridir. İbrahim Müteferrika’nın matbaa kurmasından itibaren harf devrimine kadar iki yüzyıl içinde, 1796’da icat edilen taş basması neşriyat da dahil olmak üzere Türkiye’de on beş bine yakın kitap basıldı.

İstanbul’da ilk kitapçılar Beyazıt’ta, Beyazıt camisi yanındaki avluda idi. Kitap alıp satan manasında bunlara Sahaf, çarşıya da Sahaflar Çarşısı denirdi. ‘’ Sahaflar Şeyhi ‘’ denen bir şeyhleri, kâhyaları vardı. Sahaflarda yazma ya da taş basması tefsir, fıkıh, kelâm gibi kitaplarla lûgat, tarih ve divanlar bulunur, meraklılar bu gibi kitapları sahaflarda temin eder, satmak isteyenler orada satarlardı. Sahaflar yenilerin yazdığı ve Batıdan tercüme ettiği matbaa baskısı kitapları satmayı küçüklük saydıkları için, bu gibi kitaplar için Beyazıt, Çemberlitaş, Okçular, Bahçekapı ve Köprübaşındaki İran’lı tönbekiciler de satılırdı.

Süleyman Paşa askeri ortaokullar açınca bu okullar için kitap da basılmaya başladı. Bu kitapları satmak üzere 1885 yılından sonra Bâbıâli caddesinde kitapçı dükkânları açıldı. Bu işle uğraşanlar kısa zamanda arttı. Çoğunluğunu memurların teşkil ettiği aydın halk devlet dairelerine gidip gelirken Bâbıâliden geçtiği için buradaki kitapçı sayısının artmasında önemli rol oynadı.

Bâbıâli neşir ve kitapçılarının eski ünlü simaları Arakel, Karabet Keşişyan, Misbah Balamutoğlu, Garbis Balamutoğlu, Parsseh ve Avadis efendilerdi. Bu kitapçıların dükkânları en büyük şöhretlerin edebiyat âleminin en büyük şahsiyetlerinin uğrağı idi. Recaizâde Ekrem, Muallim Naci, Ahmet Rasim, Nâbizade Nâzım, İstanbul’da bulunduğu zamanlarda Abdülhak Hamid haftanın bazı günlerinde bu dükkânlarda görünürlerdi. Buralarda eserlerini bastırırlar, kâh satınalanların hesabını görürler, karşılaşırlarsa akademik tartışmalara girişirlerdi. Bu işe teşvik etti. Beraber bir matbaa kurmak üzere Damat İbrahim Paşa’ya müracaat ettiler.

İbrahim Müteferrika 1674 yılında Macaristan’ın Kolojvar şehrinde doğmuştu. Protestan bir Macar ailesinin oğlu idi. 1692 de ki Türk – Alman savaşında Türklere esir düşerek İstanbul’a getirilmişti. Macarca, Lâtince ve daha başka Batı dilleri biliyordu. İstanbul’da Müslüman olmuş, Türkçe, Arapça ve Farsça öğrenmişti, devlet hizmetine girmişti.

Padişah III. Ahmet’in 1726 tarihli fermanı ve şeyhülislâmın fetvası ile tefsir, hadis, fıkıh ve kelâm gibi din kitapları basmamak şartıyla, Said Efendi ve İbrahim Müteferrika’ya matbaa kurma müsaadesi verildi. Fetvada ileri sürülen şartlar softaları susturmak içindi. Fakat Hattatlar bu müsaadeden memnun olmadılar. Alet ve edevatlarını bir tabuta koyarak, izni protesto için bir cenaze alayı tertip ettiler. Müsaadeyi alan Said Efendi ve İbrahim Müteferrika aralarında bir şirket mukavelesi yaparak bir matbaa için lâzım olan alet ve edevat ile harflerin yapımına başladılar. İki sene süren bir hazırlıktan sonra İbrahim Müteferrika’nın Sultan Selim’deki konağında matbaayı kurup işe başladılar. 31 Ocak 1729’da da ilk kitapları olan ‘’ Vankulu Lûgati ‘’ ni neşrettiler.

İbrahim Müteferrika matbaası kapandıktan iki sene sonra 1796’da Hasköy’de ‘’ Mühendishane Matbaası ‘’ , 1802’de Selimiye’de ‘’ Darüttabaa Matbaası ‘’ , 1831’de de Bayezit’te ‘’ Takvimhane – i Âmire ‘’ matbaalarının birleşmesinden ‘’ Matbaa – i Âmire ‘’ meydana geldi. Türkiye’de bu matbaadan başka müstakil Müslüman matbaacılığı yoktu. Ecnebi ya da Ermeni vatandaşların matbaalarında Türkçe için de bir kasa bulunur, Türkçe oralarda bir sığıntı gibi yaşardı. Bu hale ilk defa Şinasi’nin 1862’de kurduğu ‘’ Tasviri Efkâr ‘’ matbaası son verdi.

Türkiye’de bir Müslüman matbaasında basılan ilk kitap Vankulu Mehmet Efendinin 16. yüzyılda ‘’ Sıhah – ı Cevheri ‘’ den tercüme ettiği ve İbrahim Müteferrika’nın 666 ve 656 sayfalık iki cilt halinde 31 Ocak 1729’da neşrettiği ‘’ Vankulu Lûgatı ‘’ idi.

Bâbıâlide dükkân açmış olan ilk Müslüman nâşir ve kitapçı neşriyatı ile Türk ilim ve kültürüne unutulmaz hizmetlerde bulunmuş olan İbrahim Hilmi Çığıraçan’dır. Atatürk’ün iki kitabını, ilk atlasları o basmış, Tolstoy’u Türkiye’de ilk tanıtan o olmuştur. 1896 yılında Vakit Yurdunun kapısı yanındaki küçük dükkânda kitapçılığa başlayan İbrahim Hilmi Çığıraçan ömrünün sonuna kadar, altmış yıldan fazla bu işi yapmış, naşirliği boyunca bine yakın kitap neşretmiştir.

Ne garip tecellidir ki kitabı zincirden kurtaran, genel bilgilerin yayılmasında hizmet eden keşiflerin başında gelen matbaacılığın babası olan Gutenberg sefalet içinde ölmüş, ölümünden ancak dört yüz yıl sonra adına Strasburg’da bir heykel dikilmiştir.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu