III. Selim ile Sadullah Ağa
III. Selim ile Sadullah Ağa
Üçüncü Selim’im sarayı, o devrin bir nevi konservatuarıydı. Türk musikisinin bütün saz ve ses üstatları, bestekârları günün belirli saatlerinde öğrenci yetiştirirler, akşamları da fasıl âlemleri birbirini takip ederdi. Tamburî İshak, Nikoğos Ağa, Basmacızade gibi şöhretlerin yanı sıra büyük bestekâr Sadullah Ağa da sarayın en sevilen sanatçılarından biri idi.
Genç cariyelere ders verirken, Mihriban adındaki bir dilbere gönlünü kaptırmış, sarayın müsamahasız ve korkunç mahremiyet duvarları içinde devasız bir aşka yakalanmıştı. Gönlü heyecanlarla dolup taşan bestekâr, belki de ölüme kadar götürecek olan bu gizli sevdaya, genç cariye de fırsat buldukça karşılık veriyor, hiç olmazsa kaşla gözle aşkını itiraf ediyordu. Onları bir sabah bütün saray uyurken, iç haremin bahçeye açılan sağır kapısı önünde gizlice konuşurken görüyoruz:
‘’ Mihribanım, devletlû sultanım, şol vakit damen tutup sessiz hatvelerle buraya kadar teşrifin benim için ne büyük mürüvvet. Kâbına yüz sürüp ol mertebe yükselmek isterim. Tanrı şahidim olsun, dünyanın nânü nimeti gözümden dûr oldu. Senden gayrı bir mâna düşünmez oldum. Lûtfu keremine muhtacım .. ‘’
‘’ Allah sizi de, ben cariyenizi de hasût nazarlardan cüdâ kılsın. Ol mertebe yüksek lisan üzere tekellüm etmeyiniz. Bizi duyanlar olur. Fâsitler tarafından efendimiz haberdar kılındıkta halimiz yaman olur. ‘’
‘’ Artık sabra mecal kalmadı, mihnet – i aşk beni pür hûn eyledi. Mihribanım buna bir devâ bulasın. ‘’
‘’ Efendim sabrın sonu selâmettir. Peygamber aşkına söz veririm, matlûbunuz ırağ değildir. Yeter ki gözlerden nihan olalım. ‘’
‘’ Dün gece senin için tarz – ı cedit üzere bir beste yaptım ruhi revanım; sözleri şöyledir:
Bülbül – i dil ey gül – i rânâ senindir sen benim
Berk – i gülde buy – i istiğna senindir sen benim
Gönlüm aşifte kılan sevda senindir sen benim. ‘’
‘’ Sünuhâtınız bol, ömrünüz medid olsun. Pek güzel yapmışsınız, ol besteyi meşk etmek isterim. ‘’
Ne yazık ki kısa bir zaman sonra Sadullah ağa ile Mihriban’ın gizli aşkları sarayın, entrikacı, korkunç, fitneci ağızları tarafından Üçüncü Selim’e yetiştirildi. Bestekârı çok sevmekle beraber saray ahlâk ve âdabına büyük bir taassup ve affetmez bir hassasiyetle bağlı bulunan Padişah, onu derhal hapse attırdı ve ölünceye kadar orada mahpus kalmasını emretti.
Sadullah Ağa, hem sevgilisinden uzak kalmanın tesellisiz hicranları, hem de Padişahın gözünden düşmüş olmanın büyük ıstırabı içinde hapishane hayatında inledi, durdu. Kendi gönlünün sesini bestelerine döktü ve orada yepyeni bir makam, (beyâti, araban) makamını yarattı. Kendisiyle temas eden musikişinas arkadaşlarına ve öğrencilerine bu makamda yaptığı bütün eserleri hicranlı sesiyle gizlice okuyor ve onları da gözyaşlarına garkediyordu.
Bir akşam Üçüncü Selim’in huzurunda fasıl yapılırken birden bire yepyeni bir makamla hiç işitilmemiş bazı peşrev, beste ve şarkıların çalındığı duyuldu. Kendisi de büyük bir müzisyen olan Padişah, hayret ve merakla faslı icra edenlere bu makamın ne olduğunu ve kimin tarafından icat edildiğini sordu. Faslı idare eden ser hanende, başını önüne eğerek, mahcup bir tavırla donmuş gibi sustu. Hiçbir şey söylemedi.
Üçüncü Selim’in ısrarı üzerine, nihayet korkak ve titrek bir sesle: ‘’ Sadullah Ağa kulunuzun icat ettiği yeni bir makam, beyâti araban makamı efendimiz. ‘’ diyebildi. Gerçekten Sadullah Ağa o akşamki huzur faslı için beyâti araban makamından tam bir fasıl takımı yapmış ve arkadaşlarına da öğretmiştir. Fasıl sonuna kadar zevkle dinledi. Mahpus bestekâr takımın son parçasını padişaha yalvaran bir lisanla şöyle bitiriyordu:
‘’ Padişahım lûtfedip mesruru şad eyle beni. ‘’
‘’ Nâ ümidim bir nazar kıl bermurad eyle beni .. ‘’
Üçüncü Selim bu son parçayı da dinledikten sonra, Sadullah Ağa gibi büyük bir bestekârın daha ziyade ıstırap çekmesinin doğru olmayacağını düşündü ve onu affetti ve ardından da cariyesi Mihriban ile baş göz edilmesini irade buyurdu. O anda Sadullah Ağa’yı seven ve sayan musikişinasların ve talebelerinin sevincine pâyan yoktu. Fasıl uzatıldı, oyun havaları ve köçekleri birbirini takip etti.
Üçüncü Selim Osmanlı tarihinin yenilik devrini açan ileri görüşlü bir ıslahatçıdır. Artık disiplinsiz bir ocak haline gelen yeniçeriliğin yerine; batı orduları örneğine göre yeni bir Osmanlı ordusunun temelini attı. ‘’ Nizamı Cedit ‘’ adını verdiği bu orduyu kurma hareketi kendinden sonraki ‘’ Tanzimat ‘’ hareketlerinin ilk adımı olmuştu. Üçüncü Selim, yalnız, askerlik alanında kalmadı. Ülkeye batının sanat, teknik ve bilim yeniliklerini de getirmek için çeşitli teşebbüslere girişti. Bu maksatla, Fransa, İngiltere ve İsveç’ten mütehassıslar getirtti. Bundan başka, taşralarda halkı kasıp kavuran derebeylere ve keyfi hareketlerde bulunan valilere de cephe almıştı.
Üçüncü Selim, giriştiği ıslahat hareketlerinde kendi hayatıyla da örnek olmak istemişti. Devlet adamlarına, ‘’ İranî ve Hintkâri ‘’ kumaşlardan yapılmış elbiseler yerine kendisi gibi ‘’ İstanbulkâri ‘’ yani yerli kumaştan elbiseler giymeleri için emirler vermişti. Bu suretle batıdan birçok usulleri alırken, yerli endüstriyi de korumak amacını güdüyordu. Bundan başka devrindeki israfla savaşırken Bab – ı Ali’ye yazdığı bir mektupta ‘’ .. eğer şimdilik, bana (kuru ekmeğe kani ol) derseniz razıyım. ‘’ demişti.
Ne yazık ki, bu yenilik özleyen iyi yürekli, aydın görüşlü padişahın ıslahatından menfaatleri sarsılan devlet adamları ve softalar, ona can düşmanı kesildiler; zaaf derecesine varan hoşgörürlüğünden de faydalanarak ‘’ Kabakçı Mustafa ‘’ ayaklanması kışkırtarak onun bütün güzel tasarılarının gerçekleşmesine engel oldular. Buna rağmen Üçüncü Selim; tarihimizin yenileşme devrinin ilk büyük önderlerinden biri olarak daima saygı ile anılacaktır.
|||||||||| Private Comment ||||||||| Sorry I can’t see contact form on your blog so I am writing here. Your blog is cool, I am also a blogger & SEO guy. I would like you to send me friend request on facebook, We will share our experiences with each other. Thank you! See you there :) http://on.fb.me/kBYxlr