Tarih

Ankara Savaşı

607 yıl önce, bir sıcak yaz akşamıydı. Şimdiki çubuk Barajının yakınındaki bir Ankara düzlüğüne kurulmuş bir çadırda, iki şanlı Türk başbuğu karşılaşmışlardı. Birinin İç Asya’dan getirdiği filler, canlı tanklar gibi ötekinin çevik ve ürkek atlarını darmadağın etmiş; ötekinin savaş meydanında sürçen atı yardığı canlı çembere rağmen esir düşmesine sebep olmuştu.

Bir ayağı aksayan muzaffer başbuğ, bir gözü iyi görmeyen mağlup başbuğu gülerek karşılamıştı. Bu gülüşü, alay ediş, küçük görüş sayarak kükreyen ve << Hey! Garbın Fatihi böyle gülerek karşılamaz! >> diye haykıran esir başbuğa öteki şöyle cevap vermişti: << Kahramana gülünmez! Neden güldüğümü bir bilsen sen de, bu halini unutur, benimle gülmeye koyulurdun! .. Allah, bütün Asya’yı bir topalla bir köre nasıl bağlamış diye düşünüyorum da gülüyorum. >>


Biri Semerkant’tan, biri Bursa’dan kopup gelmiş bu iki şanlı yiğit, birbirinden kahraman iki ordunun başında Ankara’nın Çubuk ovasında savaşmışlardı.
Aksak Timur, Orta Asya’da, bir avuç insanla beylik kurmaya girişen ve emsalsiz askeri dehasına yaver olan talihi ile cihangir mertebesine yükselebilmiş olan bir yiğitti. Orta Asya’dan Küçük Asya’ya: Bozkırlardan mavi sulara doğru taşmak sevdasına kapılmıştı.

Yıldırım Bayezit ise çok genç yaşlarda sultan babasının yanıbaşında Osmanlı ordusunun sevgisini kazanmış, serhat boylarında en gözü pek sipahiden daha atik ve fedakâr at oynatmış, pala sallamıştı. Yıldırım adını, parıl parıl hızı ve yakıcı heybeti ile çoktan hak etmişti.
İkisi de mağrur olmakta, kendini ötekinden üstün ve güçlü görmekte haklı idi: Daha ilk mektuplaşmalarında bu tartışma belli olmuştu. Gitgide bir atışma halini alan bu yazışmaların sonu işte Ankara yakınındaki bu amansız çarpışmayı doğurmuştu.
1402 yılı baharında Timurlenk Orta Anadolu’yu çiğnemiş, Sivas kalesini yakıp yıkmış, Ankara’ya doğru yola çıkmıştı. Ordusu, İç Anadolu’da bir yeni ve canlı Kızılırmak gibi aka – yıka kıvrıla – döne ilerlemişti.
Yıldırım bunu haber alır almaz atına atlayıp ordusunun başına geçti. O, Sivas’a doğru ilerlerken öteki Ankara’ya ulaşmış ve kalesini kuşatmış bulunuyordu. Timur yaklaşan Osmanlı süvarilerinin atlarını susuz bırakmak için Çubuk çayına zehir kattı.

Nihayet iki ordu, Çubuk ovasında karşılaştılar. Timur’un ordusu yüzelli bin kişilikti. Yıldırım’ın ordusu yüzbine bile ulaşamıyordu. Yıldırım’ın atları ne kadar çevik ve atılgansa, Timur’un filleri o kadar ağır ve korkunçtu. Bütün şartlar ve beşinci kol faaliyetleri aleyhinde olan Yıldırım etrafını saran çemberi yarmış, atını mahmuzlayıp kurtulmaya yönelmişti ki, ufukta muhteşem ve kırmızı kıyamet bir kıyamet içinde sessizce batıveren güneşle birlikte, tam gurup dakikasında, sürçen atı üstünden toprağa düşüverdi!

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu