Darülaceze’de Bir Anne
<< Başkaları için yaşayamayan kendi için de yaşayamaz >> (Seneca)
Anneler günü idi güneşli güzel bir gün .. Ne yapmalı? Böyle bir günde? Anneniz ile biraz gezip bir şeyler yedikten sonra diğer anneleri de hatırlamak gerekir düşüncesiyle Darülaceze’ye kucak dolusu çiçeklerimiz ile gittik bir de ne görelim en güzel giyimleri en güler yüzlü halleri ile bahçeye çıkarılmışlar kimi yatakları içinde güneşleniyordu. Hepsinin olmasa bile halini hatırını sormaya sohbet etmeye başladık elbette çiçeklerimizi de takdim ederek.
Ve var olduğumuzu nasıl biliriz az ya da çok acı çekmeden? Acı çekmeden başka türlü nasıl kendimize döner, düşünsel bilinç ediniriz. Neşelendiğimizde kendimizi unuturuz, var olduğumuzu unuturuz; başka bir varlığa dönüşürüz, yabancı bir varlığa, kendimizin yabancısı bir varlığa, kendimizin yabancısı oluruz. Ve ancak acı ile yeniden kendi kendimiz olur, kendimize döneriz. (Miguel de Unamuno)
En çok ne istiyorlardı biliyor musunuz? Konuşmayı, dinlenilmeyi ya da aynı şey olan sevilmeyi. İçlerinde öyle hikâyeleri olanlar vardı ki doğrusu insan dehşete kapılıyor; sözgelimi, olağanüstü zengin iken birden bire eşinin vefatından sonra çocuklarının annelerini önce buraya bırakmaları sonra ise yalnızlığa terk etmeleri gibi .. İçlerinden biri bana – senin çocuğun var mı? Diye sordu. Ben – hayır benim çocuğum yok dedim. Kendisi de – bak benim çocuğum işte bu ayı .. Yatağının üzerindeki sevimli ayıyı göstererek iyi ki çocuğun yok çok şanslısın diyerek hayatını anlatmaya başladı. O kadar garip bir hüzün sarmıştı ki dinlerken içimde fırtınaların koptuğunu, boğazımın düğüm düğüm olduğunu hissettim. Çünkü bir zamanlar onlarda genç, güzel ve sıhhatlilerdi çevrelerinde epey ihtimam edenleri, yüzlerine gülenleri yalnız bırakmak şöyle dursun üstlerine titreyenleri vardı. Peki, ne oldu da birdenbire yalnızlığın amansız soğuk ve katı yüzüne tesadüf edildi? İnsan ömrünün talih ve talihsizliğine akıl erdiremiyor. Zira insan ne ise, ne durumda ise, eylemleri de ona göre, ona uygun olur.
Vefa yerine ihanet görmeye, hakikati bulmak yerine iftiraya uğramaya, haksızlığın kurbanı olmaya razıyız. Fakat derdimizi dökecek bir dert ortağı, başımıza gelenlerden şikâyetimizi duyacak bir can kulağı bulunsun. (A. Ş. Hisar)
Görülüyor ki, insan psikolojik bakımdan ve bu psikolojiyi belirleyen, onu bir düzene kavuşturmakla varlık kazandıran sevgi açısından, diğer insanlara, onların sevgisine, onlar tarafından sevilmeye muhtaçtır; ruhunun ve dolayısıyla bedensel yaşamının sağlığı ve sağlamlığı, güvenliği, buna bağlıdır; ancak böylece varlığını güvencede duyumsayabilir. Doğada insanın yaşamına izin veren, onu kolaylaştıran güçler olduğu gibi, yaşamına büyük engeller koyan, onun varlığını tehdit eden güçler de vardır. Gerçekte de bu güçler eninde sonunda insanın yaşamına bir yolla son vermekte, onu bu dünyadan alıp götürmektedir. Yaşam mücadelesini belirleyen bu yıkıcı ve yok edici güçler karşısında insan, tek başına çaresiz durumdadır.
İnsanın diğer kimselerle, bir topluma olan ihtiyacı aslında, o bir insan, içsel yana sahip bir varlık olduğuna göre, tinsel bir gereksinmedir.