En Güzel Ölümü Düşlemek
İnsanlar genelde yani anlatılanları dinlediğim kadarıyla savaşarak ölmeyi düşlerler, mermilere koşarak mesela. Dinlediğim kadarıyla diyorum çünkü dünyayı çevrenizdeki insanlar kadar tanıyor, yaşıyor ve biliyorsunuz. Yani iki insan tanıyınca dünya değişmiyor. Dünya zaten böyleydi. Atarımı da yaptığıma göre yazıma devam edeyim. Ben biraz farklı düşlüyorum. Ben savaşımı bitirdikten sonra huzurla ölmek isterim.
Ben pek savaşırken ölme taraftarı değilim. Savaşı hakkıyla bitirmekten yanayım. Kaybetmeye tahammülümün olmayışından geliyor da olabilir. Savaş meydanında önemli olan ölmek değil var olmaktır. Bu savaş yaşama karşı, insanlara karşı, mesleğe karşı olabilir. Yaşam zaten bir savaş değil midir?
Ruhun huzuru önemli. O sebeple öyle bir ölüm seçmeliyiz ki sadece kendimize zararı olmalı. Tabii gamsız bir puştsanız bunu pek önemsemezsiniz. Ama burada en önemli olan tüm savaşlarımızı verip artık ölümün sıcak kollarına kendimizi bırakmak.
Bazen şöyle düşlüyorum; ruhu doyuracak bir ses seviyesinde pirimiz Cem Karaca’dan Obur Dünya’yı dinlerken boğaz köprüsünün üstünden bir olimpiyat atleti nizamıyla kendimi suya bırakmak. Ama müziği ruhumuzda hissetmeliyiz. Tabii bunun için 3. köprü daha uygun olabilir, malum araç trafiği az olduğu için sesi daha iyi hissedebiliriz. Daha ıssız ve ruha daha çok işleyen bir ses.
Bazen şöyle düşlüyorum; tüm savaşlar verilmiş, artık yapacak bir şey kalmamış. Amaçsız ve hissiz bir yaşama geçilmiş. Forest Gump gibi sonu olmayan bir yürüyüşe çıkıyorsunuz. Müzik tercihimiz ise dünyanın bize sundukları, bu sefer yolumuz uzun çünkü. Pek kestirme bir ölümü tercih etmiyoruz. Sadece yürüyoruz, bazen koşmak süreci hızlandırır. Şimdi diyorsunuz ki “ee abi ne zaman öleceğiz” . Onu bilemiyorum. Yorgun bitap düşüp bir yerde yığılıp kalacağız ama umarım tenha bir yer olur da bulunmayız.
.
.
.
.
.
Peki ben neden ölümü düşlüyorum? Bilmiyorum.