Ben Edebiyat Öğretmeniniz Nihâl Atsız
Ders zili çaldı. Ilık bir sonbahar günüydü. Haydarpaşa Lisesi’nin denize bakan büyük anfilerinden birindeydik. Sınıf kapısının üzerindeki beyaz bir kâğıtta, çini mürekkebiyle IV-D yazılıydı. Lisenin ilk sınıfı… Bizim deyimimizle «dokuzuncu sınıf». Daha böyle 15 kadar dokuzuncu sınıf vardı.
Dersimiz edebiyattı. O öğrenim yılının ilk edebiyat dersi.
Az sonra sınıf kapısından içeri orta boylu, dolgunca, gri elbiseli bir zat girdi. Kırk beş yaşlarında vardı. Sağ elinde, kilit kısmı içe dönük olarak tutulmuş siyah bir çanta taşıyordu.
Hep birden ayağa kalktık.
— Buyurun, oturun!
Kürsüye çıktı. Çantasından kitaplarını ve not defterini, ceketinin cebinden cep saatini çıkardı. Saati, karşısına gelecek şekilde, kürsünün üzerine yerleştirdi.
Kitapları da yan tarafa koydu. Sınıf mümessilinin yoklama tekmilini aldı. Sonra program defterine dersin konusunu yazdı.
Sınıf henüz kararını vermemişti. Nasıl bir hoca? Sert mi, yumuşak mı? Otoriter mi, uysal mı? Bu yüzden gürültü yoktu. Herkes merakla bekliyordu.
Mümessil yerine oturunca edebiyat hocası yüzünü sınıfa çevirdi. Bütün sınıfı ve öğrencileri yavaş yavaş süzdü.
O zaman farkına vardım. Burnu hafif kavisliydi. Çok geniş, üste doğru çıkık bir alnı vardı. Saçları sağ yandan ayrılmıştı ve uzun bir perçem alnının sol tarafına düşmüştü. Gözleri ateş parçası gibiydi.
— Ben edebiyat öğretmeniniz Nihâl Atsız!
İçimde büyük bir ferahlık, bir sevinç yayıldı. «Yarabbi şükür» diye mırıldandığımı hatırlıyorum.
{Tanıdığım Atsız kitabının ilk kısmı olan bu yazı, ilk kez Beyince.Net‘te yayınlanmıştır. Biz de oradan aldık :) }
Kaynağını belirttiğiniz için teşekkür ederim. :)