Tarih

Lale Devri Ve Nedim

Lale Devri Ve Nedim

XVIII. Yüzyılda, Pasarofça andlaşması ile Osmanlı Devleti, otuz altı yıl süren uzun ve kanlı savaşları geride bırakmış bulunuyordu. O devirdeki Padişah Üçüncü Ahmet ile Sadrazamı Nevşehirli Damad İbrahim Paşa ilk iş olarak bu yıkıcı devrin tesirlerini gidermeye koyuldular. Devlete yeniden düzen verildi. Avrupa örnek alınarak birçok yenilikler yapıldı. Geniş imar heraketlerine girişildi. Bu sayede memleket geniş bir nefes aldı. Ticaret ve sanat hızla gelişti. İlim ve fikir hayatı, şiir, musiki, mimarlık gibi güzel sanat kolları büyük rağbet görmeye ve kendi sahalarında devrin büyük üstadlarını yetiştirmeye başladı. Padişah ve veziri bilginlere ve sanatçılara kol kanat germişlerdi. Bu arada, İbrahim Müteferrika, yine İbrahim Paşa’nın teşvik ve yardımı ile Türkiye’de ilk matbaayı kurdu.

İstanbullular ise, uzun harp yıllarının ve üst üste gelen felaketlerin acılarından bıkmış, usanmış bulunuyordu. Bu yüzden, bu yeni devri sevinçle karşılamışlardı. Uzun zamandır unutulan her türlü eğlenceler zevk ve sefa âlemleri tekrar başladı.

Baharda ve yazın İstanbul’un meşhur gezinti yerleri, bağ ve bahçeleri adam almaz oldu. Kışları ise, helva sohbetleri, saz ve oyun âlemleri bunların yerini alıyordu. Üçüncü Ahmed ve sevgili damadı İbrahim Paşa, bu yolda da halka ön ayak oluyorlardı. Her tarafta köşkler yapılıyor, çiçek bahçeleri meydana getiriliyor. Özellikle yönetimde ileri gelenler buralarda zevk ve sefa sürüyorlardı.

Bu bahçelerin en gözde çiçeği ise, lâle idi. Bu çiçek, IV. Murad devrinden beri biliniyordu. Fakat bilhassa üçüncü Ahmed’in rağbeti dolayısıyla birdenbire herkes de bir lâle merakı meydana gelmiş. Avrupa’nın her yerinden İstanbul’a çeşitli lâle soğanları yağdığı gibi, yerli usta bahçıvanlar da birçok görülmemiş lâle nevileri yetiştiriyorlardı. Bir lâle soğanının bir altına çıktığı zamanlar oldu. Devlet nihayet narh koymak zorunda kaldı. << Tac – ı Kevser, Mahcup Lâle, Şule – i Çimen, Lâle – i Duhter >> gibi adlar verilen lâle çeşitleri üretildi. İşte bu lâle bolluğu, üçüncü Ahmed devrinin son üç yılına << Lâle Devri >> denilmesine yol açtı.

İlkbaharda bu nadide lâleler açtığı zaman İstanbul’da uzun süren bir lâle devri başlardı. Gündüzleri gezinti yerlerinde ve bahçelerde son haddine varan coşkun eğlenceler, gecenin geç saatlerine kadar sürer giderdi. Sırtında mumlar yanan kaplumbağaların renk renk lâle tarhlarının arasında dolaşması on binlerce midye kabuğunun birer küçük yağ kandili haline sokulup Boğazda suyun akıntısına bırakılmasından meydana gelen eşsiz manzara, mehtap âlemlerine ayrı bir güzellik katardı.

Gezinti yerleri arasında Kâğıthane başta gelirdi. Burası İstanbul’un fethinden beri halkın büyük rağbetini kazanmıştı. Bizans devrinden kalma kâğıt imalathanesi bu semte adını vermiştir. Çayırların güzelliği, toprağının kuvveti ile tanınmıştı. Dere boyunu süsleyen büyük çınarların altı tatlı ve serin birer köşe idi. Buraya akın akın gelen halk; çadırlar kurar lâle mevsiminin zevkini doyasıya çıkarırdı. Mehtaplı gecelerde çadırlardan yükselen saz sesleri şarkı ve gazeller ortalığı tutardı. Bu yerin misafirleri gündüzleri mevsimlik olarak kurulmuş baraka dükkânlarından alış veriş ederlerdi.

Hokkabazlar, ateşbazlar, kuklacılar, ayı, maymun, köpek oynatanlar da ayrı bir çeşni katarlardı bu âleme .. Yarışlar, pehlivan güreşleri de caba, akşamları da çilingir sofraları kurulur, içki âlemleri başlardı. İstanbul’un birçok yerlerinde Neşat Abâd, Hüsrev Abâd, Şeref Abâd, Şevk Abâd gibi köşkler kurulurken, Kâğıthane’ye de bir tane yapılması istenmişti. Bu, ötekilerin hepsinden üstün olacaktı. Bunun için evvela Kâğıthane deresinin aktığı yer temizlendi. Sonra Çengelköy’deki harap halde bulunan Kuleli Bahçedeki değerli mermerler deniz yolu ile buraya getirildi. Suyun kenarına otuz sütun dikilerek köşk bunların üzerine kuruldu ve böylece dillere destan olan Sadıâbâd Kasrı kurulmuş oldu.

Lâle Devri, Sadıâbâd deyince şüphesiz ki akla o devrin şakrak bülbülü Şair Nedim gelir. Üçüncü Ahmed’in ve İbrahim Paşa’nın sevgisini kazanmış, himayesini elde etmiş olan Nedim; İstanbul şivesini Divan şairleri arasında en mükemmel kullanmış olan bir şairdir. Nedim, Lâle Devrinin bütün o göz kamaştırıcı güzelliklerini şiirlerinde dile getirmiştir. Onun şu mısraları bizi Lâle Devrinin o neşe ve güzellik âlemine götürmüyor mu?

Yine bezm – i çemene lâle Firuzan geldi

Müjdeler gülşene kim vakt – i Çırağan geldi

Bülbül aşiftelenip bezme gazelhan geldi

Müjdeler gülşene kim vakt – i Çırağan geldi

Seyrolup raksi yine dilber mümtazların

Yine efkâne çıkar naleleri sazların

Canâ ateş bırakır şulesi avâzların

Müjdeler gülşene kim vak – i Çırağan geldi

Bir sefa bahş idelim gel şu dil – i nâşade,

Gidelim serv – i revanım, yürü Sadıabâde

İşte üç çifte kayık iskelede âmade

Gidelim serv – i revanım, yürü Sadıabâde.

Gülelim, oynayalım, kâm alalım dünyadan,

Ma – ı tensim içelim çeşme – i nev peydadan,

Görelim âb – ı hayat aktığın ejderhadan,

Gidelim serv – i revanım, yürü Sadıâbâde.

Lâle Devri denilen bu şiir, musiki ve eğlence çağının da bir sonu olacaktı elbet. Hem de kanlı bir son. Yapılan israflar karşısında sıkıntıya düşen halkın hoşnutsuzluğunu sömüren yobazlar ve Patrona Halil gibi zorbaların kışkırttığı ayaklanma, coşkun bir bayram gibi sürüp giden Lâle Devrini kanlı bir facia ile sona erdirmiştir. Ama Lâle Devri Nedim’in şiirlerinde ve o devrin bestelerinde hâlâ bütün tazeliği ile yaşamaktadır.


İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu