Özgürlük Sorumluluğu da Gerektirir
Tamamlanma ve yetkinleşme istemi olarak sevginin, yöneldiği varlık bakımından insanın kendisinden hemen sonra diğer birey ya da bireyler gelir. İnsan, sevginin yöneldiği varlık olarak en büyük ve en önemli yeri alır, çünkü sevgi değerlere açılmayı deyimler ve birey olarak insan da, bütün yüksek değerlerin taşıyıcısı ve gerçekleştiricisi durumundadır.
Ahlâki bir değer olmakla sevgi, her şeyden önce özgür olmayı, yöneldiği kişinin karşısında özgürce bir tutum almayı gerektirir. Sevgi ancak özgür insanların tadıp yaşayabileceği bir duygu, bir nimettir. Bir değer olarak derin duygudan kaynaklanmakla o, sırf bir bedensel duyarlılıkla, sevilene karşı duyumsanacak sıcaklık ve soğukluk, arzu, isteklilik ve nefret gibi duygularla ilgili değildir.
Haset, kıskançlık, hırs, her çeşit açlık, bunların tümü tutkudur. Sevme ise zorlama olmadan sadece özgür bulunduğunda yaşanabilen, insan gücünü somutlayan bir eylemdir. (Erich Fromm)
O, yaşanılmasında iradî boyutunun öne çıkarılmasını gerektirir; çünkü o, doğal güçlerle (< < olan >>la) ilgili değil, içsel güçlerle (< < olması gereken >>le) ilgilidir. Sevgi kör bir doğal zorunluluğun bizde yarattığı, bizi nerelere gotüreceği, neler yaptıracağı belli olmayan kaba bir güç, bizi yönetmek isteyen bir zorba değil, tinsel güçlerin, bu güçleri algılayan vicdanımızın bir sesi’dir.
Vicdanın sesi ise, doğal güçlerin dışında özgür bir kararı gerektirdiğinden, sorumluluk duygusu’nu da birlikte çağrıştırır; özgürlüğün bulunduğu yerde, kesinlikle sorumluluk da vardır. Öyleyse, sorumluluğun sevgide de temel bir öğe oluşturacağı rahatlıkla söylenebilir. Sevgi olumlu ve karşısındakini, onun varlığını, onayan bir tutumdur.
Ağırlığın < < ben >> üzerinden alınıp < < sen >> üzerine taşınmasıdır. Özgürlük ve sorumluluk gereği ortaya çıkan bu onama, sadece güzeli, iyiyi, çalışkanı, uysalı, nazik ve terbiyeli olanı değil, bu niteliklerden yoksun olanı, öyle ki bizi rahatsız edeni dahi sevmeyi zorunlu kılar; çünkü o, yıkıcı, yok edici değil, var edici, yaşatıcı bir ilkedir; bu yolda olumlu hizmetleri içerir.
Dünyayı sevmek büyük bir iş değildir. Asıl mühim olan kapı komşumuzu sevebilmektir.
Sevginin gereği karşısındakini onamayı zorunlu kılan sorumluluk, aslında insanın kendine karşı olan sorumluluğundan kaynaklanır. Yinelemek gerekirse, insan önce ve asıl kendine karşı sorumludur: İçindeki yüksek değerlere, < < olması gereken >> lere uygun davranıp davranmadığı, onları yaşamında gerçekleştirip gerçekleştirmediği açısından.
< < Dünyada insan olmaktan daha büyük sorumluluk yoktur. Ve sanıyorum ki, siz de buna inanırsınız >> (Leo Buscaglia)
Bu sorumluluğu sorgulayacak makam insanın bizzat kendisi, daha doğrusu onun tinsel yanıdır; çünkü yüksek değerlerin varlık temeli, bu değerlerin insana yönelttiği buyrukların kaynağı yine, insanın kendisi dediğimiz, bu yanıdır. Böylece, yükümlülüğü koyan ile onun sorumluluğunu taşıyan makam aynı kişide birleşir.
Üstelik bu tinsel yanımız herkeste aynıdır, özdeştir. Nitekim tin’in bir görünümü olan mantıkî ve matematik düşünce herkeste aynıdır, aynı ilkelere dayanır. Bunun gibi, yine tin’in ikinci bir görünümü olan yüksek değerler de herkes için geçerlidir ve aynıdır; onlar kişilerin keyiflerinden arınmış düşünsel nitelikteki nesnel varlıklardır; insanlığın ortak vicdanından söz edilmesinin nedeni de budur.
Bundan böyle, yüksek değerlerden ötürü kendime karşı sorumluyum demek, bir tin’e sahip, bu yüzden de aynı değerleri taşıyan herkese karşı sorumluyum demektir. Bu sorumluluğu, ahlâki bir buyruk kimliğinde olmak üzere,
< < Başkalarının sana yapmalarını istemediğin bir şeyi sen de başkalarına yapma! >> özdeyişi etiğin en temel ilkelerinden biridir. Ama başkalarına ne yaparsan, onu aynı zamanda kendine de yaparsın tümcesi de eşit ölçüde hak verilebilir bir tümcedir. (Erich Fromm)
Biçiminde dile getiren Fromm, aynı düşünceye dayanmış olmalıdır. Bu, insanların tinsel bakımdan özdeş oldukları düşüncesi, bizi aşağıdaki deyimleri de ahlâki ilkelere temel oluşturacak düşünceler diye kabule zorlar:
Kendine yaptığın her şeyi aynı zamanda başkalarına yapmış olursun ve başkalarının kendilerine yapmış oldukları da sana yapılmış olur.
Bu bağlamda, bütün insanlara özgü olan kişiliğin, aynı tinsel yapıdan oluştuğunu vurgulamak üzere H. Reıner’in düşüncelerini buraya aktarmak yerinde olacaktır:
< < Daha iyi >> diye başkalarından beklediğim şeyi önce bizzat kendim yapmazsam artık kendime saygı duyamam ve başkalarından da saygı bekleyemem! Buna karşılık herkesten beklediğini, koşulsuz yerine getiren insana saygı duyarım; öyle ki, giriştiği işin özünde asla onayım olmasa bile. (Johannes Hessen)