Kim Kimdir?Tarih

Evliya Çelebi

evliya_celebiEvliya Çelebi

Bundan üç yüz elli yıl kadar önceydi, o gün fırtına birdenbire başlamıştı. Ufuk Karadeniz kıyılarında oturanların çok iyi bildikleri gibi simsiyah bulutlarla kararmış, sonra uzakta beyaz köpükler belirmişti. Bunlar hızla yuvarlanarak yaklaşıyor, ‘’ şayka ‘’ denilen iki direkli, yelkenli gemidekiler, olanları dehşetle seyredebiliyorlardı. Gemi Kırım’da Balıklava limanından yük ve yolcu almış, İstanbul’a doğru yelken açmıştı.

Fırtına olanca gücüyle yüklenip flok yelkenini parçaladığı, direkler arasında korkunç ıslıklar çalmaya başladığı zaman yarılamamışlardı bile .. Kaptan ilk tedbir olarak gemideki yüklerin denize atılmasına emretti. Fakat kudurmuş gibi saldıran ve her yüklenişte ahşap tekneden bir şeyler kopararak ayrılan dalgaların karşısında bu tedbir pek fayda etmemişti. Yağız Türk denizcileri canlarını dişlerine takarak koşuyorlar, tekneyi kurtarmaya çalışıyorlardı. Bir an müthiş bir çatırtı duyuldu. Dümen kırılmış, ambardaki esirler kapakları kırarak güverteye fırlamışlardı. Bu sıralarda üst güvertenin kuytu bir köşesine sığınmış kırk yaşlarında, çember sakallı, şişmanca esmer bir adam iplere tutunmuş, denize sürüklenmemeye çalışıyor, bir yandan da dualar mırıldanıyordu.

Feryatlar çoğaldı, çatırtılar arttı. Olan olmuş, gemi batmaya başlamıştı. Çember sakallı da diğerleri gibi kendini bir sandala attı; fakat kısa bir zaman sonra sandalın alabora olarak içindekilerin denize döküldüğü görüldü. Bu arada şişmanca esmer adam kaftanını atarak bir kalas parçasına tutundu. Aynı anda bir feryat duydu. Can havliyle arkasına döndü, kalasın diğer ucuna da iki Kafkas delikanlısı ile iki güzel esir kız tutunmuştu. Üç gün dalgalarla boğuştuktan sonra bir kumsala çıktılar. Dört esir de sakallı ile kıyıya ulaşmıştı. Sakallımız seyahatlerinden birinden dönüyordu. Kırım’a kadar uzanmış, Kırım Hanı Bahadır Giray tarafından kendisine çeşitli hediyeler ve on sekiz esir verilmişti. Kumsalda dört esiri yanında bulunca diz çöküp duaya koyuldu:

‘’ Allah’ım sen ne büyüksün, nelere kadirsin. Kırım’da bana on sekiz esir ihsan ettirdin. Hepsini denizde elimden aldın. Biz can ve cihandan üzgün iken bu amansız deryada bana yine dördünü ihsan eyledin. Sana bin şükürler olsun. ‘’

evliya_celebiBöyle dua eden, ünlü Türk seyyahı, hatta röportaj sanatında Türk gazeteciliğinin piri olan ‘’ Evliya Çelebi ‘’ dir. Biraz evvel anlatılan olay onun ‘’ Seyahatname ‘’ sinde kendi kalemiyle yazdığı maceralardan biridir. Ciltler dolduran bu seyahatnamenin her satırı olağanüstü ilgi çekicidir. Çok zarif, tatlı ve esprili bir ifadeyle yazdığı hatıraları çağında gezip gördüğü ülkeler hakkında değer biçilmez bilgi hazinesidir.

Denizde ölümden kurtulur kurtulmaz sahipsiz dört esire el koyup Azrail karşısında bile cariyelerini düşünerek Allah’a dua eden bu son derece sevimli ve samimi yazar, 1611 yılında İstanbul’da doğmuştur. Zeki seyyah adının ‘’ Evliyayı bir riya Mehmet Zıllî bin Derviş ‘’ olduğunu söylüyor. Seyahate nasıl merak sarıp ömrü boyunca yollara neden düştüğünü, daha bir delikanlı iken gördüğü rüyaya bağlar. Bu rüyayı kendi satırlarından kısaltarak alalım:

‘’ Rüyamda kendimi Yemiş İskelesi civarında Ahi Çelebi camiinde gördüm. İçerisi askerle ve nur yüzlü kimselerle doluydu.

Minbere yaklaşarak oturdum, yanımdakine kim olduğunu sordum. ‘ Aşerei mübeşşereden kemankeşlerin piri Saad İbni Ebi Vakkas’ım ‘ dedi. Mübarek elini öptüm ve ilk halifelerin de bulunduğu bu toplantının sebebini sordum. ‘ Şimdi Hazreti Peygamber gelecek, namazdan sonra hemen kalk, elini öp ve yardım dile. ‘ dedi. Hazret – i Peygamber gelip namaz kıldırdıktan sonra Saad İbni Ebi Vakkas elimden tutup ona götürdü ve ‘ Sadık ve müştak aşığın Evliya kulun yardım diler. ‘ dedi. Ağlayarak elini öptüm. Fakat heyecanımdan ‘ Şefaat ya Resulallah ‘ diyeceğim yerde ‘ Seyahat ya Resulallah ‘ deyivermişim. Hazret tebessüm edip: ‘ Şefaati ve seyahati ve ziyaretini Yarabbi sıhhat ve selâmetle kolaylaştır ‘ buyurdular. İşte Çelebi kendi deyişine göre bu rüyadaki şaşkınlığı yüzünden seyahatlerine başlamış ve bu ölünceye kadar devam etmiştir. Dönünce habersiz çıktığı bu geziye babasının kızacağını sanmış, fakat adamcağız oğluna bazı öğütler vererek onu teşvik etmiştir.

Yurt içi ve dışı seyahatleri boyunca tatlı üslubu ile anlattığı maceralarına dikkat edilirse, onun kadar samimi bir insanın az bulunduğu görülür. Başına gelen hiçbir şeyi, kendisine ait hiçbir sırrı gizlememiştir. İlk yurt dışı gezisini Kırım yarımadasına yapmış, dönüşte bindiği geminin batması üzerine öyle korkmuştur ki, seyahatnamesine şu satırları yazmaktan çekinmemiştir: ‘’ Değersiz bir daha gemi Karadeniz seyahatine çıkmaya tövbe – i Nasuh ettim. Cenabı Hak bu denizin şerrinden cümle ümmet – i Muhammedi emin eyliye. ‘’

Evliya Çelebi İstanbul’a gelince Gümrük Emini Ali ağaya imam olmuş, bir müddet kendisini zevk ve eğlence âlemlerine kaptırmış, sonra tekrar yollara koyulmuştur. 1663 yılında Kara Mehmet Paşa Rumeli Beylerbeyliği derecesiyle Avusturya Elçiliğine tayin edilmiş, görkemli ve yükümlü bir alay ve kalabalık bir maiyetle Beç kalesi kapısına dayanmıştır. Bu sıralarda yanında Evliya Çelebimiz de bulunuyordu.

Evliya Çelebi’nin rivayetine göre Avusturya İmparatoru bu olayın şehre girmesi için bazı şartlar ileri sürmüş, bayrakların inik olmasını, mehter çalınmamasını istemiştir. Fakat paşa habercileri kovmuş, bir hafta sonra İmparator ‘’ Safa geldin ve hoş geldin, kadem getirip yüzümüze başa geldin. ‘’ diye başlayan bir mesaj yollayarak heybetli Türk paşasının dilediği gibi şehre girebileceğini bildirmiştir. Paşa İmparatorun gönderdiği arabayı da şu sözlerle reddetmiştir:

‘’ Ben arabaya binmem ve biz Osmanlıyız. Bizim mutadımız küheylâ atlara binip cirit oynayıp gazalara gitmektir. Bizim İstanbul’da böyle arabalara avratlar biner, bize lâyık değildir. ‘’

Sonra mehter vurmuş ve alay Viyanalıların hayran ve şaşkın bakışları altında şehre girmiştir. Evliya Çelebimiz o çağın Viyana’sını gezmiş, her zamanki dikkatiyle bizlere anlatmıştır. İşte anlattıklarından birkaç satır:

‘’ Nefsi Kal’a – i Beç’in içindeki mamur yerleri cümle kırk bin odadır ve azim saraylardır. Çasar sarayından maada, cümle altışar, yedişer ve azim saraylardır. Her sofasında türlü türlü maksureler ve şehnişinler ve pencereler ve manzaralar var ki, sedefkâri ve halkâri kasırlar ve murassa gibi divanhanelerin cümle iki kere yüz bin penceredir diye başdefterdar nakletti ve sahihtir. Anlarda yalan söz olmaz ve bütün köşe başlarında vaki olmuş şehnişinlerin babalarında birer tel kafes örülmüş türlü türlü şehnişinler var ki anlarda bülbüller ve papağanlar ve tutiler ve karatavuklar ve sarıasmalar ve türlü türlü sadalar çıkarıp güzel sesle nağmeler edici bülbüllerin küçük şehnişin kafesleri vardır. ‘’

‘’ Bu kale içinin sokakları cümle hendese üzere satranç şeklinde açılmıştır. Sokakların cümlesi temiz ve pak kaldırım döşelidir. Bu şehre attan başka hayvan giremez. Dükkân sahiplerinin ve ev sahiplerinin hademesi at gübrelerini silip süpürürler ve yağmur yağsa hane sahipleri ve dükkânlardan oğlan ve avratlar çıkıp sokakları öyle pak ve temiz ve mücella süpürürler ki, bal dökülse yalanır. Her sokak başında ise adam kolu kalınlığında zincirler hazırdır. Her gece bu zincirleri köşeden köşeye gererler. Muhasara sırasında düşman kale içine atlarla ve yaya yürüyüş etmesin diye bu zincirleri gererler ki çarşı, Pazar emin ola. ‘’

On yedinci yüzyıldaki Anadolu, Yakındoğu, Karadeniz sahilleri, Balkanlar ve hatta Avrupa’nın ortasına kadar olan bölgenin yaşayış ve durumunu Çelebi’nin seyahatnamesi olmasaydı bu kadar mükemmel bilemezdik. Bu bakımdan, Evliya Çelebi seyahatnamesi çok değerli bir bilgi kaynağıdır, diyebiliriz.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu