Tarih

Osmanlı Sarayı Hazinesi

kasikci_elmasiOsmanlı Sarayı Hazinesi

Osmanlı Devletinde devlet hazinesinden başka, bir de saray hazinesi vardı. Buna Enderun Hazinesi denirdi. Burada, hükümdarların şahsi servetleri saklanırdı. Bu hazine, iç hazine ve dış hazine diye iki kısımdan oluşmuştu. İç hazinenin amiri hazine kethüdası, dış hazinenin amiri hazinedarbaşıydı. Hükümdarların şahsına ait altın ve gümüş para mücevherler, altın ve gümüşten yapılmış çeşitli eşya, elmas, yakut zümrüt gibi kıymetli taşlar ve bunlarla süslü hançer, kılıç gibi silahlar, muhtelif şahısların ve bilhassa yabancı hükümdarların sunduğu her türlü altın, gümüş ve mücevherli hediyeler bu iç hazinede dururdu. Dış hazinede ise daha ziyade kürkler, şallar, kıymetli kumaşlar, elmaslı altın düğmeli baştanbaşa sırma işlemeli ipekli kumaşlarla kaplı ağır kürklü hilatler ve daha akla gelen ve gelmeyen bin türlü eşya saklanırdı. Aynı zamanda her padişahın bir resmi ile bir elbisesi dış hazinede bulunurdu. Bir padişah ölünce, şahsi eşya ve elbisesi bir sandığa konarak yeni padişahın mühürü ile mühürlenir ve dış hazinede saklanırdı. Aynı zamanda burada küpler içinde bir miktar basılmış altın ve gümüş para bulunurdu.

Bu hazinede mevcut şeylerin iki büyük defteri vardı. Bunları defterdarlar imzalar ve silâhtar ağa ile hazine kethüdası saklarlardı. Sarayda bulunan bu hazinelerin muhafazası için Fatih Sultan Mehmet zamanında hazine koğuşu kurulmuştu. Burada altmış kişi vazife görürken zamanla sayıları yüzelliyi bulmuştur. Amirleri hazinedar başıydı. Ondan sonra hazine kethüdası gelirdi. Saraya iş yapan ve sayıları ikibin kadar olan kürkçü, terzi, kuyumcu, kılıççı, nakkaş gibi sanatkârlar da hazinedarbaşının emrinde bulunurlardı. Hazinedarbaşı, ak hadımlardan olurdu. Hazine kethüdası başka bir memuriyete tayin edildiği zaman iç hazineyi tutulan defterlerine göre kendisinden sonra gelene birer birer sayarak teslim ederdi. Saray hazinesinin dış kapısına basılan mühür, hazine kethüdasında dururdu. Bu, Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferinden dönüşte kullandığı mühürdü. Yavuz kırmızı akik taşından olan bu mühürle hazineyi mühürledikten sonra:

‘’ Benim altınla doldurduğum bu hazineyi benden sonra gelenlerden kim mangırla doldurursa hazine onun mühürüyle mühürlensin. Aksi halde benim mühürümle mühürlenmeye devam edilsin. ‘’ demiş olduğundan hiçbir hükümdar bu usule dokunmamış ve hazine son zamana kadar böyle mühürlenmiştir.

Kubbeli dört salondan oluşmuş olan hazinenin açılması belli bir törenle olurdu. Hazine kethüdası anahtarı getirir, sonra mühür muayene edilip kilit açılır, içeriye en az otuz kişi birden girerdi. Yeni padişah olanlar hazineyi görmek istediklerinden o zaman çeşitli sandıklarda saklanan kıymetli eşya ve saire yerlerinden çıkarılıp hükümdara seyrettirilirdi. Bazı yabancı kaynaklar, ölen padişahların hazinelerine kutsal gözüyle bakıldığını yaşadığı zaman toplamış bulunduğu para ve satın aldığı mücevherlerin kızlar ağası tarafından divan – ı hümayun, yani hükümet erkânı huzurunda bir deftere yazılarak bunların bu defterlerle birlikte demir bir sandığa konulup mühürlendikten sonra kendisinden evvel ölen hükümdarın aynı şekilde bıraktığı sandığın yanına konduğunu ve her sandığa bir gümüş levha asılarak üzerine ait olduğu hükümdarın ismiyle sandık muhteviyatının yazıldığını ve bunlara katiyen el sürülmediğini kaydederler ise de, yerli kaynaklarımızda bunu teyit eden bir kayıt mevcut değildir. İcabında devlet ve sefer masraflarının artışı karşısında iç hazinede iç hazinede mevcut bütün para hatta altın ve gümüş eşyanın bile maliye hazinesine verildiği bilindiğine göre, bu rivayetin doğru olmadığı tabidir. Yalnız, ölen padişahların üzerinden çıkan elbise ve diğer giyeceklerin bir sandığa konup saklandığı bilinmektedir.

Devlet hazinesi dara düştüğü zaman iç hazineden borç olarak para verilir, sonra devlet hazinesi sıkıntıyı atlatınca bu para yerine konurdu. Böyle zamanlarda devlet namına Sadrazam kefil olur, bir senet imzalayıp verir ve şahsi servetini karşılık gösterirdi. Fakat uzun savaşlar dolayısıyla alınan paranın yerine konmadığı, hatta üstelik iç hazinede mevcut altın ve gümüş eşyanın para basılmak üzere darphaneye gönderildiği bile olurdu. Hazinede para ve değerli eşyadan başka bazı kutsal emanetler de saklanırdı. Hazreti Yusuf’un olduğu söylenen sarıkla İmam – ı Azam’ın sarığı, İbrahim Ethem’in tacı, diğer bazı veli taç ve hırkaları burada dururdu. Sultan İbrahim tahta oturduğu zaman Hazret – i Yusuf’un sarığını başına koymuş ve:

‘’ Yarabbi, sana çok şükür ki bencileyin zaif kulunu bu makama lâyık gördün ‘’ diye dua etmişti. Saray hazinesi, padişahların şahsi gelirleriyle dolardı. Padişahların biri daimi, öbürü zuhurata bağlı olarak iki çeşit geliri vardı. Daimi gelirler, haslardan, iltizamlardan ve mukataalardan yani padişahlara ait topraklardan hâsıl olan varidattı. Öbürü ise saraya ait bostan ve bahçelerden, koru ve bataklıklarından, saray çayırlarından gelirdi. Bundan başka hükümdarlara her sene cep harçlığı olarak Mısır eyaletinden 16. yüzyıl sonlarına kadar beşyüzbin altın gelmekteydi. 17. yüzyılda bu miktar altıyüz bin altına çıkmıştır. Devlete vergi veren Erdel, Eflâk, Buğdan, Ragüza gibi beyliklerden, yeni eyler tâyin olundukça alınan para ile 16. yüzyıl sonlarından itibaren kendilerine yüksek memuriyetler tevcih edilenlerin ve muhtelif devlet ricalinin bayram ve sair ilişkilerle ve yabancı devlet başkanlarının elçi gönderdikçe takdim ettikleri hediyeler, bazı maden gelirinden (varidat) hükümdarlara verilen hisse, savaş ganimetlerinden gelen pay ve müsaderelerden hâsıl olan paralardan ibaretti:

Sarayda bunlardan başka hazine diye anılan iki yer daha vardı:

Has oda hazinesi: Enderun koğuşlarının birincisi ve itibarlısı olan has oda da padişahların şahsına mahsus paradan ve bazı âvaniden ibaret bir hazine bulunurdu.

Rah – ı hümayun hazinesi: Has ahırın en kıymetli, süslü ve mücevherli rahtları, yani eğer takımları ile altın ve gümüş üzengilerin saklandığı bir hazine vardı. Buraya Raht hazinedarı denilen kimse nezaret ederdi. Valide Sultan, Sadrazam, Yeniçeri Ağası, Kızlar Ağası, Defterdar, Vezir ve öbür devlet erkânı tarafından her yıl hükümdara takdim olunan olağanüstü değerli takımları da bu hazinede saklanırdı. Bunlar hazineye teslim olunurken niteliklerini gösteren katalogları tertiplenirdi. Hazine koğuşu mensupları, sekiz – on akçe yevmiye alırlardı. Tabi eskilerinin gündelikleri daha yüksekti. Amirlerinin aldığı para da derece derece yükselirdi. Hazine odasında hazine kethüdasından sonra giyimbaşı ve kürkçübaşı gelirdi. Ondan sonraki amir de, odanın genel inzibatından sorumlu olan anahtar ağası idi. Koğuş mensuplarına ve bunların vazifelerine ait defterleri hazinebaş yazıcısı tutar, padişah bir yere gittiği zaman altın ve gümüş para dolu çantasını çantacı taşırdı. Padişahın kıymetli sorguçlarını muhafaza edene sorguççu ve değerli porselen tabakları gözetene tabakçı, avlarda ve gezintilerde tüfeğini taşıyana ise tüfekçi denirdi.

Osmanlı Sarayı Harem Dairesinde Valide Sultana ait bir hazine vardı. Bunun mesulü hazinedar usta idi. Ayrıca hasekilerin, kadın efendilerin, kızlar ağasının her biri birer küçük servet olan hazineleri mevcuttur.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu